Denizler Altında 20000 Fersah.
Bu kitabın son sayfasını Jules Verne tarafından yazıldıktan yaklaşık 125 yıl sonra Şanlıurfa’da evimizin üst katındaki bir cam kenarında okumuştum. Hayatımda bitirdiğim ilk kitaptı ve 20000. fersahla birlikte kanıma “kitap sevgisi” denen zehir işlenmişti.
O günden bugüne sayısız kitap satın almış, sayısız kitap okumuşumdur.
Okumaya ve kitaba karşı gerçekten bağımlılığım var. Gün içerisindede fırsat bulamasam dahi geceleri uykuya dalmadan en azından 5-10 sayfa kitap okurum.
Yazının devamında ben kitaplara şöyle aşığım, kitapların faydası böyle eşsizdir, yok efendim kitaplar en büyük dostlarımızdır gibi klişelerden bahsetmeyi düşünmüyorum.
Değinmek istediğim konu ölüme terk edilen kitaplar. Yazılma, üretilme amacından uzaklaştırılmış, diğer arkadaşlarıyla birlikte hapsedilmiş, çaresiz, ümitsiz kitaplardan bahsetmek istiyorum.
Kitap hapishanelerini ve bu hapishanelerin gardiyanlarını gündeme getirmek için yazıyorum.
Nice nice koliler bilirim ben ve nice nice kitaplıklar, kütüphaneler vardır evlerde, ofislerde, kitap hapishanesi olarak hizmet ederler.
Yıllar yıllar önce alınmış, okunmuş -belki de okunmamış- ve bir daha yüzüne bakılmamak üzere ya kutularda ya da kitaplıklardaki raflarda terk edilmiş kitaplardan söz ediyorum aslında.
Muhtemelen senede bir defa eve gelen hizmetçi alır raftan ve üzerindeki tozları elindeki toz beziyle uçuşturur dört bir yana. Siz hiç duydunuz mu o temizlikçi kitabı raftan aldığında kitabın sayfaları arasında esen heyecan rüzgarını? Peki sayfaları açılmadan tekrar rafına konan o kitabın hayal kırıklığını hissettiniz mi hiç?
Kitaplar okunmak ister yahu. Kapakları, sayfaları hoyratça da olsa açılsın isterler.
Bilgi, dünyada paylaşıldıkça artabilme özelliğine sahip nadir olgulardan biridir. Kitaplar ise yüz yıllardır bilginin kaynakları. Vurmayın kelepçe, atmayın zindanlara bu kitapları.
Eğer bir daha okumaya niyetli değilseniz verin bir dostunuza, bağışlayın, hediye edin. Hiç olmadı satın bir sahafa? Yok pahasına da olsa çıkarın elinizden ki başkaları da sebeplensin, bilgilensin, zamanını faydalı geçirsin?
Elinizde kalması gereken kitaplar yok mu? Elbette var. Hani başucu kitabı denen cinsten olan kitaplar. Kendi adıma örnek vereyim, Machiavelli’nin Prensi, Mesnevi, Savaş Sanatı, vs.. gibi kitaplar her an sil baştan okuduğum, okuyacağım kitaplardır. İçinde bulunduğum şartlara göre rastgele bir sayfasını bile açıp defalarca okumamın bana farklı anlamlar ifade edeceği kesindir.
Bu gibi kitaplarınız kılavuz olarak kalsın başucunuzda. Eğer ki yine, yeniden okumayacaksanız, bir biblo edasıyla oturma odanı süslemesi niyetiyle o kitapları tutmayın elinizde.
İhtiyacı olan, ilgisini çekecek, zamanını geçirmesine yardımcı olacak birileri mutlaka vardır.
Ey kitap severler, sizden ricam odur ki kitaplarınızı bencilliğe kurban etmeyin. Bırakın dolaşıversinler başka ellerde, bırakın başka dimağlara da resimler oluştursunlar, bırakın başka insanlara da yol göstersinler.
Tutsak etmeyin kitapları, söndürmeyin zihinleri aydınlatan ışıklarını. Paylaşın kitaplarınızı.
kitapları sevince o kadar sahiplenme duygusuyla dolarsın ki heran elinin altında, gözünün önünde durmalarını istersin..hele sayfalarında kendinden bir şeyler bulduğun-ya da bıraktığın- kitaplar seninle bir ömür geçirir, yeni evler, yeni mekanlar eskitir..ben de bir dönem bu müptelalığa sarmıştım ya..son senelerde bu bencilliğimden vazgectim..evet bencillikti bu…sayısız dünyalar taşıyan kitaplarımı artık gönderiyorum en ulaşılmaz yerlere, kitaba aç, hasret yüreklere…benim gibi sayfa çevirmenin hışırtısının ahengine kapılan, kağıt kokusunu taze ekmek kokusu doyumuyla bir tutan,onları okşarcasına ,özlemle kucaklayacak herkese…çünki biliyorum paylaştıkça artacak zaten var olan değerleri, tıpkı sevgi gibi…
işte tam da benim demek istediklerimle aynı yönde bir yorum:)