Canı yanmayan birini gördün mü hiç?
Hiç yüreği sıkışmamış, nefes alamaz gibi olmamış, kalbini sıkan mengenelerden dolayı gözünden yaş gelmemiş olanla tanıştın mı?
Gidenin arkasından ağlamamış, düşünce canı yanmamış, ölene feryat edip, figan yakmamış olanı bilir misin?
Özlediği için, üzüldüğü için, kandırıldığı, terk edildiği, yalnız kaldığı, aldatıldığı için, haksızlığa uğradığı, kaybettiği, malup olduğu, kazanamadığı için yıkılana şahit olmadın mı?
Gördün? Hem de çok kez gördün? Bahsettiğim tüm acıları yaşamış birini, en azından her sabah yüzünü yıkarken görüyorsun…
Bir an için düşün lütfen.
Yatalaksın, felçsin, paralize olmuşsun, inme inmiş tüm bedenine?
Konuşama arkadaş, hareket edeme, hatta verilen yemeği yiyeme, sadece gözlerin emrinde olsun.
Tam bu durumdayken birinin sana batırdığı iğnenin acısını duyduğunu farz et.
Bu duyduğun acı, hissettiğin o yanma, derinin delinmesini fark etmek sana dünyadaki en büyük mutluluğu verir.
Acı çekmek bu hayatın bir parçası arkadaş, onu sakın hakir görme.
Acı çekmek oyunun kuralı arkadaş, onu inkar etme.
Acı çekmek yaradılışımızın özünde var arkadaş, ona isyan etme.
Acı çekmekten korkma arkadaş, o da hayatın bir rengi.
Acı çekeceğim diye hayattan korkanlardan, risk alamayanlardan, sevemeyenler, cesaret edemeyenler, pasif kalanlardan, mutluluğu ıskalayanlardan olmayasın sakın.
Bana sorarsan, felçli bir hasta gibi, “hissedemeden” yaşacağıma, acı çeker hayatta olduğumun bilincinde olurum.
Bakarsın, sen acıyı bu denli benimsemiş şekilde kabullenirsen, o, sana bu kadar cesaretle gelmeye kalkışamaz belki de ;)