Atesini Yolla Bana!!!

Geriye dönüp, hasret duymayı, özlemle iç geçirmeyi, ah ne günlerdi demeyi, keşke o günler hep devam etseydi diye düşünmeyi pek sevmem.

Hani derler ya “adetim değildir”.

Üniversite sıralarında, “ya keşke lisede olsaydık”, diyenleri, iş hayatındayken öğrenciliğe geri dönme gibi beyhude hayaller kuranları çok görürsünüz etrafınızda.

Yanlış anlaşılmasın sakın, bu düşünceleri yermek için yazmadım yukarıdaki satırları.  Sadece bu konuda genelden biraz ayrıldığımı belirtmek istedim. Ben bugüne kadar içinde yaşadığım andan hep çok zevk alarak, tatmin olarak yaşadım. Belki de bu sebepten ötürü geçmişe çok fazla özlem duymuyorum.

Ancak bu durumun bir istisnası var.

Hatırlarsanız, bir dönem Hakan Peker’in (sahi, nerede bu adam şu sıralar) dillerden düşmeyen bir şarkısı vardı. Eğlence mekânlarından çok tribünlerde söylenirdi o şarkı. Seyircileri galeyana getiren ve tribündeki coşkuyu sahaya aktaran bir şarkıydı. “Ateşini Yolla Bana”

O coşkuyu çok iyi hatırlıyorum, aklıma geldikçe hala heyecanlanıyorum. Soyunma odasında, koridorlarda tribünden gelen o şarkıyı duyunca heyecanım adeta tavan yapardı. Rakip kim olursa olsun, ister kendi evimizde ister deplasmanda maç öncesi heyecan had safhada olurdu bende. Ta ki sahaya çıkıp hava atışında var gücümle zıplayana kadar.

Maç saati yaklaşınca sahaya çıkmak üzere beklerken, sahaya cikmak üzere tüm takım arkamda en önde ben dizilirdik tek sıra. Vakit gelince önce topu firlatir sahaya ve arkasından koşar sırayla çaka çaka yine tek sıra olur dizilirdik sahanın ortasında. Tribünde dostlar, arkadaşlar, bizi destekleyenler de heyecanlarımıza ortak olurlardı.

Isınma hareketleri yapılır, bir yandan rakip incelenir, önemli oyuncuları varsa tespit edilmeye çalışılırdı.

Isınma esnasındaki atış yüzdem ile maç esnasındaki yüzdem hep ters orantılı olmuştu benim. O yüzden maç performansımı daha maç başlamadan ısınma yuzdeme gore kestirebilirdim :)

Tribünde amigolarımız belli, o güzel insanların yönetimiyle tribünler sizi motive eder, arkadaşlar laf atar, oradan biri bir atış yapabilmek için topu ister, hocadan çekinir topu vermezsin vs..

Soyunma odasına kadar giren, takımla alakasız eleştirmen arkadaşlarımız vardı bizim. Maç için alınmış baklavaları mideye indirirken boş boğazlık ederlerdi.

Ben-Gay kokardı soyunma odaları, kimi hakemlerle kulüp takımlarında aynı kadrolarda yer alırdık. Kayırdıkları maçlar yok değildi. ;)

Tam beş sene oynadım okul basketbol takımında, dört yılı kaptanlıkla geçti. Bu beş yılda yüzden gazla maça çıkmışızdır, sadece iki mağlubiyet aldık. Bu mağlubiyetlerden birinde ortaokul takımıyken liseler arası bir turnuvaya katılıp, finalde kaybetmiştik. Diğeri de yine bir final karşılaşmasıydı ama o turnuvada sakatlandığım için kenardan izlemek zorunda olup kahrolduğum bir maçtı.

Basketbolun hayatımda yeri çok ayrı, çok güzel dostluklar, unutulmaz anılar, tatmin edici başarılar yaşadım. En önemlisi takım olmak, sorumluluk taşımak, kendine hakim olabilmek gibi gelecek hayatımda bana artı değerler kazandıracak tecrübeler edinmemi sağladı.

Kemal, Barış, Serhat, Cuma, Cihan, Fırat, Mustafa, Feyyaz,  Hakan, Ufuk, Yakup, İbrahim gibi güzel dostlar ile güzel zamanlar geçirmemi ve zamanımı kendi adıma faydalı bir şekilde değerlendirmemi sağladığı için çok severim sepet topu günlerimi.

Geçmişte hangi anları yeniden yaşamak istersin diye sorsalar, sanırım önce “soyunma odası koridorlarına”, sonra da “kupa törenlerinde şampiyonluk kupalarını kaldırdığım günlere dönmek isterim”, derdim.

Bir okulu, bir ili, bir bölgeyi temsil etmek, o sorumluluğu taşımak ve bunları layıkıyla yapmak, büyük gurur kaynağı benim için.

O yüzden keyfim yerine gelsin diye, arada dinlediğim özel bir şarkı vardır.

Ateşini yolla bana!!!!!!

Leave a Reply