16-17 yaşındayım, bir aksam Urfa’daki evimizde oturuyoruz. Telefon çaldı ben cevap verdim. Tanımadığım bir ses babamı istedi, götürdüm telefonu babama. Kısa bir konuşma geçti arayan kişiyle babam arasında. Babam belli ki gelen daveti kibarca reddetmişti ama siz yine de Ayhan’ı alin o gelsin benim yerime demişti.
Telefon kapandıktan sonra bana dönüp, oğlum bilmem ne amcanlar gelip alıp seni bağ evinde bir davete götürecekler beni temsilen sen gideceksin. Ünlü de bir konukları varmış dedi.
Nasıl hoşuma gitmişti, gururlanmıştım.
Hazırlandım hemen, kısa bir sure sonra araba yaklaştı eve ben koşarak ciftim bahçeden.
Kimi tanıdık simalar gördüm arabada, ya muayenehanede görmüştüm yada başka bir yerde babamın ahbaplarını.
Bir bağ evine gittik, mangal yanıyor yer sofrası hazır bir kopek bağlı tasmasına ama sakin sakin uyuyor.
Sonra baktım sofra başında oturan birkaç kişi var, baş kösede de Tayfun Talipoğlu. Beni de tam yanına oturttular.
Hoş sohbet, muhabbet.
Saz geldi, Talipoğlu şiir okudu, şarki söyledi o davudi sesiyle.
Sofranın en küçük davetlisi olarak sakilik görevim olduğunu biliyordum ama sofra büyük herkese yetişmem mümkün değil.
Baktım birkaç kişinin rakısı bitmiş, dedim doldurayım madem öyleyse.
Aldım elime büyük yeniyi dedim; “Tayfun abi rakı?”
“Doldur evlat” dedi. Doldurdum.
Dedim; “Su?”
Dedi; “yok, sek içiyorum”
Dedim; “buz?”
Dedi; “yok kardeş, biz harama helal karıştırmadan içeriz.”
Benim peder de sek içerdi, üstüne bir de böyle bir anı yasayınca simdi siz de tahmin edersiniz ben niye sek severim yeniyi :) Allah ikisine de rahmet eylesin yerleri rahattır heralde. Güzel insanlar erken gidiyorlar.