Martı Dergisi Mayıs sayısında yayımlanan yazımı bir de fikiriscisi.com adresinde paylaşmak istedim.
———————————————–
İlk olarak 2009 Mart?ında gelmiştim bu şehre. Karanlık ve soğuk kelimeleri ile şekillendi ilk intibam. Kalın bir bulut tabakasının içinden geçen uçağımız ineceği piste yaklaşmadan önce, Minsk?i yukardan görmek için çok az zamanım vardı. Gördüğüm manzara gözün alabildiğince dümdüz bir arazi ve üzerine örtülü bembeyaz kardan bir yorgandı.
2009?dan 2011?e kadar beş, altı kere daha, kısa süreliğine Belarus?a gelmeye devam ettim. 2011 Şubat ayında ise; artık uzun soluklu bir şekilde İstanbul?dan kuş uçuşu mesafeyle yaklaşık 1500 km daha kuzeyde bulunan, 10 Milyonluk ülkenin 2 milyonluk başkentine, kariyerimi ve dolayısıyla hayatımı devam ettirmek üzere geldim.
1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, Belarus Cumhuriyeti adı altında egemenliğini ilan etmiş bir ülke burası. Belarus, sadece Türkçemizde değil, birçok diğer dilde de Beyaz Rusya olarak addedilmekte. Şimdiye kadar okuduğum ve öğrendiğim kadarıyla, bu ülkeye neden Beyaz sıfatının uygun görüldüğü sorusuna verilebilen kesin bir cevap yok.
Ancak Slav ülkeleri arasında, ülkelerin pusula üzerindeki ana yönlerine istinaden verilen renklere göre isimlendirildiği bir gelenek var. Benim aklıma en çok yatan açıklama bu açıkçası. Zira Belarus tarihi boyunca Polonya, Rusya, Ukrayna ve Litvanya gibi ülkeler ile egemenlik paylaşmış ve ülkeler kurup, yıkan bir geçmişe sahip. Hırvatlarda, Polonyalılarda, Çek ve Slovaklarda, Sırplarda da buna benzer Kırmızı, Beyaz, Siyah ve Yeşil renklere göre isimlendirilmiş bölge ve ırklara rastlamak mümkün. Ben ülkenin uluslaraarası ismi olan Belarus?u kullanmayı tercih ediyorum.
Belarus, yönetimsel olarak altı ayrı bölgeye ayrılmış durumda. Bu altı bölgenin en gelişmişi, içinde benim de yaşadığım başkent Minsk?i bulunduran Minsk Bölgesi. Başkent; yaklaşık olarak 2 milyon nüfusa sahip, şehir planı açısından dairesel büyüme eğilimi gösteren bir şehir. Şu sıralar kent, merkezin etrafında 3. çemberini inşa etme aşamasında. Sovyetler dönemi Rusyasının eğitim bölgesi olarak konumlandırılmış bu ülkede, eğitim ve okuma yazma oranı gayet üst seviyede. Edindiğim bilgiye göre okuma yazma oranı %99.6. Bunun yanında ortalama eğitim süresi ise 15 yıl.
Tanışıp fikirlerini aldığım yerel insanların yorumlarına göre, eğitim sistemi köhneleşmiş olsa bile her öğrenci, yeteneğine göre (öğrencinin tercihi gözardı edilerek) en az bir spor ve sanat dalında temel eğitim alma durumunda. Bu durumun olumlu yanları olsa da, öğrenci tercihinin gözardı edilmesi sanırım konun köhneleşmiş kısmı oluyor.
Belarus tam bir kara ülkesi. Sahilleri olmayan bu ülkenin ise birçok komuşusu var. Kuzeyde ve doğuda en yakın ilişkide bulunduğu Rusya, yine kuzeyde ve kuzeybatısında sırasıyla Letonya ve Litvanya, batısında tarihi münasebetlerinin fazlasıyla olduğu Polonya ve güneyinde de birçok konuda ortak paylaşımlarının olduğu Ukrayna bulunmakta.
Stratejik olarak Rusya?nın Avrupa?ya açılan kapısı olabilecek bir noktada bulunan Belarus, bu avantajını daha iyi kullanmak için hazırlıklar yapmakta. Demir ve karayolu altyapısını, bir hub olabilmek için sağlamlaştırmak adına, alt yapı geliştirmelerinde bulunuyor. Ekonomik açıdan, ülke sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Türkiye?nin 90’ların sonu 2000’lerin başında geçirdiği evreye çok benzer bir süreçte şu aşamada.
Bunun yanında; tüm kış boyunca çok sert geçen havanın, gelen baharla birlikte güzel yüzünü gösterdiği günler bu günler. Kışın -30 dereceye kadar soğuyan hava ile bembeyaz kar örtüsünün altına saklanan bitki örtüsü, yeşermeye başlamış durumda.
Şehrin tam merkezinde, İstanbul’daki AKM?ye benzeyen ve aynı amaçla kullanılan kocaman bir bina ve önünde yine kocaman bir meydan bulunmakta. İşçiler kışın en sert zamanında, bu meydanın etrafına kardan oluşturdukları yaklaşık yarım metre yüksekliğinde setler çekiyorlar. Çekilen setin içine ise, tankerlerle gece boyunca su basıyorlar. Oluşan devasa havuzun içindeki su, sert kış şartlarında birkaç saat içerisinde buza dönüşüyor. Ve işte karşınızda; şehrin tam göbeğinde devasa bir buz pateni pisti. Havanın soğukluğuna gayet alışık olan gençler, hemen patenlerini alıp kaymaya başlıyorlar. Bu pist, doğal yollarla ortadan kalkana kadar halka hizmet etmeye devam ediyor.
Minsk ve ülkenin diğer birçok şehri birinci ve ikinci dünya savaşı etkilerini fazlasıyla derinden yaşamış. Birinci dünya savaşının sonlarına doğru imzalanan Brest Litovsk antlaşması, Belarus?un Brest şehrinde imzalanmış. Gelecek hafta burayı ziyaret etmeyi düşünüyorum. Tarihi Brest savunması ve bu savunmaya ev sahipliği yapan kaleyi barındıran Brest hakkında belki yakın gelecekte bir yazı kaleme alabilirim.
Bunun yanında; 2. Dünya savaşında Alman ordularının şehrin % 75?ini yakıp yıkması ve merkezde sadece 7 ana binayı ayakta bırakarak -ki bunların çoğu kiliseymiş- geri çekilmeleri sonucu, tüm şehir yeni baştan inşa edilmek zorunda kalmış. Şehrin yeniden inşasında ise, Alman esirlerin kullanıldığı söylenmekte. Benim oturduğum bina da yine Alman esirler tarafından inşa edilmiş.
Ülke ve başkentte, halk arasında genel olarak sakinlik ve barış havası hakim. Halkın güvenlik kaygısı, Türkiye ile karşılaştırınca ciddi anlamda çok alt seviyede. Suç oranı açısından bakıldığında, dünyanın en az suç işlenen başkentleri arasında bulunuyor Minsk. Bu sebeple, insanlar 24 saat boyunca gayet rahat bir biçimde hayatlarını yaşamaya devam edebiliyor. Örnek olarak Moskova ya da Kievle karşılaştırınca, gecenin bir yarısı alt geçitleri gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz.
Sovyet kültüründen gelen alışkanlıkla, şehir merkezinde yeterince büyük sayılabilecek meydanlar var. Meydanlardan birinde, obelisk ve onun önünde ülkenin kuruluşundan bu yana yanmakta olan bir özgürlük ateşi bulunmakta. Kış günlerinde, bu ateşin başında ısınmaya çalışan gençleri görmeniz olası.
Şehrin tam içinden geçen iki nehir ve etraflarına kurulan parklarda, bahar ayları boyunca gece ve gündüz zaman geçiren Minsklileri görmeniz mümkün. Bunun yanında yaz aylarında sabah 04.30 gibi aydınlanan hava; geceleri güneşin gökyüzünü saat 22 ve 22.30 gibi terk etmesiyle, çok uzun gündüzler yaşatmakta. Tüm kışı kalın duvarlar arkasında geçiren halk ise, bu geniş aydınlık zamanı son ana kadar kullanmayı seviyor.
Sonuç itibariyle; toplamda geçirdiğim yaklaşık 4 ay içerisinde, Belarus ve Minsk hakkında edindiğim izlenimlere göre kimi zorlukları olsa da yaşaması özellikle İstanbul ile karşılaştırıldığında hayli kolay. Ziyaret etmek isteyenlere tavsiyem ise; seyahatlerini Mayıs ? Ağustos arası bir döneme denk getirmeleri yönünde olacaktır.
Bu Kuzey ülkesinde aklımda yer eden konuların bir kısmı şimdilik bu şekilde. Gelecek aylarda daha spesifik ve daha detaylı yazılar olacağından şüpheniz olmasın. Bakarsınız Kako Ali ile Zühtü Amca yıl içerisinde burayı da ziyaret ederler :)
evet evet, hazır sen oradayken, Zühtü amca ve Kako’yu ağırlayıver:)
ne güzel büyük meydanlar… bir ülkede/şehirde en çok sevdiğim gelişmişlik ve kültür göstergesi unsurlar..enjoy them:))