Marti Dergisi Nisan sayısında yayımlanan yazımı fikiriscisi.com adresinde de paylaşmak istedim.
—————————
– Alo?
– Alicim merhaba, Zühtü Amcan ben.
– Aaa merhaba Zühtü Amca, nasılsınız?
– Çok keyfim yerinde evlat, bugün için güzel planlarım var. Sen nasılsın?
– Gayet iyiyim Zühtü Amca, hele ki senin planların olduğunu duyunca iyiden iyiye keyiflendim.
Ama sanırım yine planlarını hemen söylemeyecek, beni merak içinde bırakacaksın.
– Doğru tahmin çocuk. Ama, sana bir ipucu verebilirim arzu edersen.
– Elbette isterim.
– Boğazın gardiyanına gideceğiz bugün.
– Boğazın gardiyanııı??? Açıkçası birinci planda hiç ışık yakmadı bende, Zühtü Amca.
– Daha vaktin var düşünmek için. Bir saat sonra Eminönü?nde buluşalım, Alicim.
– Tamam Zühtü Amca, hem bu süre zarfında biraz kafa yorarım nereye gideceğimiz hakkında.
Aceleyle hazırlanmaya çalışırken bir yandan da düşünmeye başlamıştım. ?Acaba nereye gideceğiz bu sefer?? Telaşlı bir şekilde üstümü başımı giyerken, diğer bir yandan internette ufak bir araştırma yaptım.
Ne yazık ki karşıma çıkan onca bilgiyi incelemek için yeterli vaktim yoktu. Kendimi hızla dışarıya atıp; minibüsle Kadıköy?e, oradan da vapurla Eminönü?ne geçtim. Neyse ki , zamanında sözleştiğimiz yerde Zühtü Amca ile buluşabilmiştim.
– Noldu Alicim? Bulabildin mi bu sefer gideceğimiz yeri?
– Açıkçası düşünmek ve araştırmak için pek vaktim olmadı Zühtü Amca. Ama senden ilk olarak Boğazın Gardiyanını duyunca, aklıma Kız Kulesi geldi. Lakin Kız Kulesi gibi narin bir yapıya da gardiyanlığı pek yakıştıramadım doğrusu.
– Haklısın Alicim. Kız Kulesi?ne; hele ki Dünyanın şiir cumhuriyeti ilan edilen o eşsiz güzellikteki İstanbul?un en ufak adasına, gardiyanlığı yakıştırmak abesle iştigal olurdu.
– Bu sebeple, yine senin yönlendirmene ihtiyacım var, Zühtü Amca.
– Haydi gel, önce şu Boğaz Turu?na atlayalım, yolumuz uzun bugün.
Yol boyunca muhabbet ettik Zühtü Amcayla. Boğazdaki birçok iskeleye yanaşıyordu vapurumuz. Hava bol güneşli, çokça aydınlık ve bir o kadar keyif vericiydi.
Simit yiyip, çay içtik yol boyunca ve oradan buradan konuştuk. Boğaz Köprüsü?nün altından geçerken, Zühtü Amca, köprünün açılış gününde köprü üzerinde yürüyenlerden biri olduğundan bahsetti.
İstanbul?un son elli yılını keyifle yaşamış biri şu Zühtü Amca, diye geçirdim içimden. Güzel yanı ise hala aynı keyfi alıyormuşcasına yaşıyor olması aslında, diye de düşündüm.
– Evet Kako Ali; bugün gideceğimiz yer, bu vapurun son durağı. Boğazın, Karadeniz?e açılan kapısı. Ve bu kapının gardiyanı. Gideceğimiz yerin adı ?Anadolu Kavağı?.
– Daha önce hiç gitmemiştim, Zühtü Amca oraya. Adını çok duydum ama gitmeye fırsatım olmamıştı. Sanırım orada bir de, harabe tarihi bir yapı olmalı.
– Haklısın Kako, Yoros Kalesi yüzyıllarca dünyanın göz bebeği İstanbul?u korumak için gardiyanlık yapar Anadolu Kavağı?nın tepesinde.
– Anlaşılan bugünümüz ?Anadolu Kavağı? ve ?Yoros Kalesi? üzerine geçecek.
Eminönü?nden bindiğimiz vapur, yaklaşık iki saat sonra Anadolu Kavağı iskelesine yanaştı ve birçok yerli, yabancı turistle birlikte bu güzel balıkçı kasabasına vardık.
İstanbul?dan uzaklaşmış olmanın verdiği huzur ve keyifle; dondurmacı ve balıkçıların önünden geçerek, kasabanın sokaklarını dolaştık biraz.
– Ali; gel önce kaleye çıkalım. Sonra dönüşte yorgunluğu atmak için; iki duble rakı içer, karnımızı doyurmak için de güzelce bir balık yeriz boğaz manzarasında. Ne dersin?
– Bu teklife ne denir ki, Zühtü Amca?
Kaleye ulaşmak için; uzun soluklu, kıvrıla kıvrıla devam eden yokuşu tırmanmamız gerekiyordu. Yol boyunca, birkaç kere Zühtü Amca dinlenmek için molalar verdi. Bu esnada; ikimiz de boynumuzdaki fotoğraf makineleri ile, her adımda farklı güzellikte poz veren nazlı boğazın fotoğraflarını çektik.
Nihayetinde kale göründü ve biz yıkıntıların arasından, surlarda oluşmuş bir açıklıktan, kalenin iç kısmına geçtik.
Manzara tek kelime ile müthişti. Öyle ki; başınızı soldan sağa çevirdiğinizde gördüğünüz panoramik manzara, İstanbul Boğazı?nın eşsiz kıvrımlarından, Karadeniz?in enginliğine kadar uzanıyordu.
– Yorgunluğumuza değdi değil mi, Ali oğlum?
– Evet Zühtü Amca. İstanbul Boğazı?nın bu kadar güzel göründüğü başka bir yer yoktur herhalde.
– Boğaz?ın lezzeti, keyfi, heyecanı, edası her yerden ayrı farklı, ayrı güzeldir Alicim. Sana tavsiyem olabildiğince çok keyif almandır boğazdan. Ne demiştik? Boğaz?ın gardiyanı. Yoros kalesi, tarih boyunca yüz yıllarca süren bir gardiyanlık hizmeti vermiştir, birçok millete. Fenikeliler, Yunanlar, Bizanslar, Cenevizler ve son olarak biz Türkler. Rivayete göre; Anadolu Kavağı?ndan, Rumeli Kavağı?na çekilen bir zincirle, Boğaz?ın güvenliği sağlanırmış.
– Tıpkı, 1453?te Haliç?e çekildiği gibi mi yani?
– Aynen öyle Ali.
– Yoros adının nereden geldiği hakkında 3 farklı söylenti var Alicim. İlki; ?kutsal yer? anlamına gelen ?Hieron?dan geldiği yönünde. Bir diğer rivayet ise; Zeus?un sıfatı olan ve ?uygun rüzgarlar? anlamına gelen ?Ourios? tan geldiği.
– Burası da epey rüzgarlı be, Zühtü Amca. Neden olmasın?
– Olabilir elbette, ama üçüncü söylenti de en az ikincisi kadar akla yatkın. Son olarak da; dağ anlamna gelen ?Oros? kelimesinden gelmiş olduğu söyleniyor.
– Aaa, evet bu da çok mantıklı.
– Sonuç itibariyle adı günümüzde Yoros olan bu kalenin, geçmişte birçok milletin egemenliği altına
kaldığını düşünürsek, yukarıdaki söylentiler veya başka sebeplerden de bu ismi almış olması ihtimali mevcut.
– Haklısın Zühtü Amca.
– Bizanslılar, Cenevizliler ve Osmanlılar zamanında bu kale için baya cenk etmişler evlat,
nihayetinde stratejik olarak çok önemli bir yerleşim burası. Tabi bu savaşlar esnasında, sahildeki balıkçı kasabası da defalarca yanmış, harap edilmiş. 1. Bayezid; İstanbul kuşatmasında karargah olarak kullanmak için, 1391 yılında Yoros Kalesi?ni ele geçirmiş. Anadolu Hisarı?nın inşaası bitene kadar da, burayı koordinasyon merkezi olarak kullanmaya devam etmiş. Daha sonraları, kale tekrar Cenevizliler?in eline geçmiş. Ta ki Fatih; İstanbul?u fethedip, buradaki Ceneviz tehditini ortadan kaldırmak için kaleye yeniden Osmanlı bayrağını dikene kadar!
– Ne çok talibi varmış bu kalenin.
– Olacak tabi, kıymetli ve önemli bir yerde kurulmuş çünkü. Fatih kaleyi ele geçirince; surları kuvvetlendirip, kale içine gümrük ofisi, karantina ve kontrol noktası görevi görecek yapılar eklemiş ve kaleye bir garnizon yerleştirmiş. Ondan sonra gelen 2. Bayezid ise, kale dahiline bir cami ekletmiş.
– Ama bu yapılar sanırım günümüze kadar ayakta kalamamış, Zühtü Amca.
– Haklısın evlat. Haydi, derin bir nefes çek bakalım tertemiz Boğaz ve Karadeniz karışımı havadan. Zühtü Amcan yaşlı adam, bu kadar yorgunluktan sonra daha fazla rüzgar yerse yataklara düşer alimallah.
– Aman Zühtü Amca, ağzından yel alsın.
– Kakocum; daha fazla burada durursak, yel sağlığımı alacak benim.
Aldığım temiz hava ve öğrendiğim bilgilerden sonra, gülüşmeler eşliğinde aşağıya doğru kaptırıverdik beraberce. Sahile vardığımızda; artık karnımız iyice acıkmış, yorgunluğumuz da bir o kadar artmıştı.
– Zühtü Amca, vakit boğazlar meselesini çözme vaktidir.
İştahlı bir şekilde cevap verdi Zühtü Amca;
– Haklısın Kako Ali, gel şurada çok eskilerden beri gittiğim bir restoran var, salaş ama lezzetlidir.
Bahsettiği restorana girdik, pek bir dostane karşılandı Zühtü Amca mekanda. Güzelce, manzaralı bir masaya oturduk. Daha siparişleri ne zaman alacaklar diye düşünürken, masayı donatmaya başladı garsonlar.
– Sabah haberi saldım ben, geleceğimize dair. Eski dost Dimitri Ahmet; şef garsonu buranın, onu aradım. Kendisi izindeymiş, ama ben çocuklara halettiririm dedi. O yüzden sipariş bile almadılar.
– Aklımı okudun sanki Zühtü Amca. Ne lezzetli görünüyor mezeler, manzara da fevkalade! İzin ver de; sakiliğini ben yapayım.
– Sen yapacaksın tabi evlat, işin adabı bu.
– Rakıya su ister misin, Zühtü Amca?
– Sağol Aliciğim, almayayım.
– Peki, ya buz?
– Yok çocuk, istemem. Harama helal karıştırmadan içerim ben.
Aldığım cevap karşısında kahkahalara boğuldum neredeyse. Zühtü Amca da pek keyiflenmişti.
– Haydi genç dostum. Arkadaşlığımıza, sağlığımıza, İstanbulumuza içelim. Şerefe!
– Şerefe!!