En eski travmam

Küçüktük hem de çok küçük. Ben 5, kız kardeşim ise 4 yaşındaydı.
Urfada, İpekyolu uzerinde doğduğumuz ev olan İzgördü apartmanının 3. katında yaşıyorduk o zamanlar.
Hafızam beni yanııltmıyorsa eğer apartmanımızın adı 7. İzgördü apartmanıydı.

Elbette ebeveynlerimizin gözü hep üzerimizdeydi ama işte çocuk bu, göz açıp kapayana kadar ne zaman ne yapacağı belli olmuyor.

Karşı komşumuz olan Sami ve kız kardeşi ile apartmanımızın merdiveninde hemen her gün oyun oynardık. Karşılılklı iki daire kapısı arası ufacık bir alandı ama gelin görün ki bizim için eğlenmemize ve oyun oynamamıza ziyadesiyle yeterli bir alandı.

Yine her zaman ki gibi kapının önünde oynarken birimiz ölü bir civcik bulduk. Ben de bu ölü civcivi bahçeye inip gömmemiz gerektiğini söyledim. Sami ve kardeşi annelerinin izin vermeyeceklerini söyleyerek bizimle gelmeyi reddettiler. (Bizden uslu çocuklarmış vesselam)

Ben de kız kardeşimle birlikte üç kat aşağı inip bahçeye çıktım. 80li yılların sonunda o bölgede bizim apartmanın yakınlarında hemen hiç bina yoktu. Apartmanın bahçesi ise toprak bir zemine sahipti. Tam yüksekliğini anımsamıyor olsam da bahçeyi çeviren duvarlar bir yetişkinin bel yüksekliğinin altındaydı yani bahçeyi göstermelik olarak çevreliyorlardı.

Biz civciv için ufak bir mezar kazıp civcivi ebedi uykusunu geçireceği istiratgahına (!) yatırırken o duvarların üzerinden baştan aşağı siyah giyinmiş ve elinde gene siyah kocaman bir poşet olan 25-30 yaşlarında hafif tombul sayılacak bir adamın bahçeye girdiğini gördüm.

Civcive son görevimizi yapmış olmanın huşusunu süremeden anne/babamızın vermiş olduğu tenbihleri hatırlayarak kardeşime hadi eve gidelim dedim.

Apartman kapısının önündeki sahanlığı bahçeye bağlayan merdivenleri hızlıca tırmandık ve ben önde kardeşim arkada apartmana girmeye çalışırken adamın da peşimizden geldiğini gördüm.

Birinci katı tam çıkmak üzereydik ki adam arkamızdan içeriye girip kardeşimin arkasından ağzını kapatıp bağırmasına izin vermeyecek şekilde kucakladı. Tüm görüntüler hala gözümün önünde. Kardeşimin dehşetten kocaman açılmıs gözleri, kendini kurtarmak için çaresizce çırpınması neredeyse 35 sene geçmiş olmasına rağmen bazen rüyalarıma girer.

Neyse ben de aynı dehşetle bir anda kendimce bir cinlik yaparak yukarıya doğru canhıraş çığlık atmaya başladım:

– Sami amca! Sami amca! Koşşş, yardım et!

Bu sayede üst katta bir yaşıtım değilde büyüğüm olduğu havasını yaratmayı düşünmüştüm. Görünen o ki işe de yaramıştı zira kardeşimi hala kollarında tutan adam bana:

– Sus, bağırma. öldürürüm seni!

diyerek kısık ama sinirli bir sesle seslenmeye başladı. Ben ise avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Tabi o esnada komşuların kapılarının açıldığını duyunca adam kardeşimi adeta merdivenlere fırlatarak kaçmaya başladı ve bahçe duvarlarından atlayarak uzaklaştı.

Sesimize çıkan komşular bizleri ağlar halde bulunca hemen şekerli su içirip annemin yanına çıkartmışlardı.
Olan biteni anneme anlatınca annem de babama haber verdi ve polisler o günün akşamına iki tane daha benzer giyimli ve çantalı aynı yaşlarda iki kişiyi yakalayıp bizim evin önüne getirip bana göstermişlerdi.
Her iki kişi de zayıftı ve gündüz gördüğümüz adam değillerdi.

Muhtemelen o günün travmalarını hem ben hem de kardeşim hala ciddi anlamda benliklerimizde taşıyoruzdur.

Elbette yaşananlardan sonra yanımızda bir büyüğümüz olmadan apartman dairesinin kapısını dahi açmamıza izin verilmez oldu haklı olarak. Dönemin şartlarını ve yakın dönemlerde terör örgütlerinden ailemize gönderilmiş olan tehdit mektuplarını da hesaba katarsak ailemizin aldığı önlemlere şaşırmamak lazım.

E tabi Urfa’da bir nevi tecrit hayatı başlayınca ben de her yaz Mersin’de bulduğum özgür yaşamın tüm şartlarını zorluyordum. Tüm kış boyunca dört duvar arasında kalınca yazın ipi salınmış taylar gibi yazlığımızın olduğu sitede yapmadığım haylazlık kalmazdı. Elbette bu haylazlıklardan da çok daha eğlenceli ve yaramazlık dolu anılar çıktı. Zamanla onları da yazacağım büyük bir keyifle.

Leave a Reply